HEKTOR
Troya kralı Priamos'la kraliçe Hekabe' nin en büyük oğlu Hektor Anadolu'nun ilk ulusal kahramanıdır, çünkü Troya savaşı Homeros'un İlyada destanından da anlaşıldığı gibi bölgesel bir karşılaşma değil, Batı dünyasının Çanakkale Boğazından Mezopotamya'ya kadar uzanan Asya (bugün Küçük Asya deniyor) kıtasına ilk saldırışı, uygarlık ve zenginlikte Batıyı çok aşmış olan Anadolu'yu ele geçirmek için ilk denemesi, girişimidir. Bunu ancak böyle anladıktan sonradır ki, Homeros destanını gereğince değerlendirebilir, Troya savaşının gerçek niteliğini anlayabilir ve Boğazların kilit noktasında çarpışan güçlerin asıl amacı açığa vurulduktan sonra, savaşçılarının karakterine ışık tutarak onları tarihteki benzerleriyle karşılaştırabiliriz. Hemen söyleyelim ki üç dört bin yıl önceki Troya savaşıyla yakın tarihin Çanakkale savaşı arasında göze çarpan bir benzerlik vardır, ve Hektor'u Mustafa Kemal'in atası olarak görmek yanlış bir yorum değil, tersine tarihi doğru değerlendirmenin bir örneği, bir belirtisi sayılabilir. Troya'nın orta direği olan Hektor'un kişiliğini incelemeye girişmeden önce, Troya savaşı denilen büyük çatışmaya bütün Anadolu'nun katıldığını metinlere dayanarak göstermeliyiz.
İlyada'nın ikinci bölümünde "Gemiler Kataloğu" denilen bir parça vardır ki, burada Troya'ya saldıran orduların da, Troya'yı savunan kuvvetlerin de sayımı dökümü yapılır. Destana sonradan katılmış, özellikle İlyada Atina'da ulusal destan olarak benimsenip de Atina'yı yüceleştirme amacıyla kaleme alındı sanılan bu listede Yunanistan'dan gelme kuvvetlere çok yer verilip, Troya'nın savaş ortakları kısa geçildiği halde, savunmaya Anadolu'nun hemen her tarafından güçler katıldığı anlaşılır. İlyada'da altmış kadar dize tutan bu parçada (İl. II, 819- 878) önce Toros bölgesindeki kentler ve ordu komutanları sayılır, sonra da Trakya'dan başka Mysia, Paphlagonia, Maionia ve Lykia'ya kadar bir yandan Karadeniz kıyılarına, öte yandan Akdeniz'e kadar uzanan yaygın bir bölgenin adı geçer. Yunanistan'ı yüceltmek, Anadolu'yu küçümsemek amacıyla düzüldüğü açıkça belli olan bu metin bile Troya savaşının Anadolu boylarınca ne denli benimsendiğini açığa vurmaktadır. Daha sonraki bölümlerde de örneğin Lykia'lı önderlerin savunmada ne büyük bir yer tuttukları, giderek Hektor'u eleştirip ona yol gösterdikleri görülür (Sarpedon, Pandaros). Troya'nın kaderini elinde tutan Hektor bu savaş ortaklarına karşı sorumludur, onların istek ve öğütlerine saygı göstermek, kendi çıkarlarını düşündüğü kadar onların da görüşlerini hesaba katmak zorundadır. Bütün bu sorumluluk ve yükümlülüklerdir ki onu Anadolu'nun ulusal savunucusu olarak diker gözlerimizin önüne. Bu görevi sonuna dek nasıl yerine getirdiği, üstünde durulmaya değer bir konudur.
İlyada Hektor'u hem savaşta bir kahraman, hem
de günlük hayatında bir insan olarak canlandırır gözümüzün önünde. Destanda onun
kadar derinliğine işlenmiş bir tip daha yoktur. Onun kişiliği Akhilleus'unkinin
tam karşıtıdır:
Duygularını dışarıya vurmak, esintilerine kapılıp davranmak şöyle dursun, dramı
kendi içinde sessizce oluşur ve bu dram tek bir kişinin değil de, bütün bir
ailenin, giderek bütün bir toplumun sorunlarını içerdiği için, dallı budaklı,
karmaşık ve çetrefildir. Hektor Troya savunmasının omuzlarına yüklediği ağır
sorumlulukla kendi kişisel ve duygusal eğilimlerini, birbirleriyle
bağdaştırmakta öylesine güçlük çeker ki, açığa vurmaktan çekindiği bu çatışma
kendisinin modern anlamda bir tip, bir roman kişisi olarak karşımıza çıkmasına,
iç bunalımlarının da destanda şaşılacak bir belirti olan sessiz monologlarla
dile gelmesine yol açar. Hektor'un eşsiz kişiliğini kavrayabilmek için onu hem
insan, hem de kahraman olarak ele almalı, incelemeliyiz.
1. İNSAN HEKTOR. Destan kahramanlarının hepsi gibi Hektor da belli niteliklerle tanımlanır: Çevik ayaklı, oynak tolgalıdır, tanrısal, Ares'in dengi, Zeus'un sevdiği, giderek Zeus gibi akıllıdır. Tolgası ışıldar, silahları da şöyle anlatılır (İL VI, 319, XIII, 802 vd.):
...On bir dirsek boyunda
kargısı elindeydi,
Tunç temren dolanmıştı altın bir halkayla,
Önünde dört bir yana ışıklar saçıyordu;
..........
Ares'e benzeyen Priamos oğlu Hektor başlarındaydı,
Yusyuvarlak kalkanını tutuyordu önünde,
Kalın tunçla örülmüş sık deridendi bu kalkan.
Parlak tolgası sallanıyordu şakaklarında,
Sıralar boyunca bir gidip bir geliyordu.
Troya şehrinin koruyucusudur Hektor, onun içindir ki oğluna "Astyanaks" (şehrin efendisi) adını takmıştır halk. Güçlü ve merttir, öyle ki o yaşadıkça, savaştıkça güven duyar kadın olsun, erkek olsun Troya'lıların hepsi, o ölecek olursa şehrin de tutunamayıp düşeceğine inanırlar. Bu güven ve bu inançtır ki, Hektor'a karşı büyük bir sevgi uyandırmıştır Troya'lılarda, topluca sevgi gösterilerinin de yalnız Hektor için yapıldığını görürüz destanda. Bu sevgiyi Hektor davranışlarıyla kazanmıştır. Büyüğünü de, küçüğünü de öyle sayar ve sever ki, örnek bir insan, çağdaş anlamda olgun ve yetkin bir insan sayabiliriz Hektor'u. İlişkileri bu bakımdan ele alınmaya değer. Anasını da babasını da çok sever ve sayar Hektor, ne var ki onlar duygusal nedenlerle onu görevinden alıkoymaya çalıştıkları zaman, sessizce karşılar önerilerini, yada sözlerini niçin dinlemediğini anlatır onlara. Surlar önündeki sahnede cevap bile vermez yalvarmalarına (İl. XXII, 38-90), şehre gelince dinlenip şarap içmek şöyle dursun, herkese görevini hatırlatmakla yetinir (İl. VI, 264 vd.). Baba ve koca olarak Hektor'un eşsiz bir davranışı vardır, bu denli ince, sevimli, çok yönlü bir insana rastlanmaz hiç bir destanda. Eşine hem baba, hem ana, hem kardeş, hem de sevgili olduğunu Andromakhe'nin kendi ağzından duyarız şaşa şaşa (İl. VI, 429 vd.). En ince ayrıntısına kadar anladığı karısının üzüntüsünü nasıl paylaştığını da bir görelim (İl, VI, 441 vd.):
Ben de düşünüyorum bunları,
karıcığım
Ama savaştan çekilirsem bir korkak gibi,
Troya erkeklerinden utanırım,
Bakamam uzun entarili kadınların yüzüne,
İçimden de gelmez, ne yapayım;
Ün kazanmak için hem babama, hem kendime,
Öğrenmişim atılgan olmayı,
Troya'lılarla en önde dövüşmeyi öğrenmişim.
Kafama, yüreğime komuşum ben şunu:
Elbet bir gün yok olacak kutsal İlyon, Priamos ve onun iyi kargı kullanan halkı.
O vakit ne Troya'lıların acısı umurumda olacak,
Ne Hekabe'nin, ne kral Priamos'un acısı,
Ne de kardeşlerimin acısı umurumda olacak.
Benim üzüntüm sensin asıl,
Tunç zırhlı Akha'lılardan biri alacak hür gününü,
Götürecek seni gözyaşları içinde,
Düşünüyorum o zaman çekeceğin acıyı,
Bu yüzden arkada kalacak gözüm...
Köleliğe sürüklenirken çığlığını duymaktansa
Dağlar gibi toprak örtsün beni daha iyi.
Tolgasından ürken yavrusunu gülerek kollarına alıp öperken de şu dilekte bulunur koca Hektor, yurt için ölmeyi göze almış bir kahramanın ağzından böyle alçak gönüllü, dokunaklı sözler duyunca gözyaşlarını tutamaz olur insan (İL VI, 476 vd.):
Ey Zeus, ey öbür tanrılar,
benim oğlumun, Troya'lılar arasında,
Babası gibi kendini göstermesini nasip edin,
Babası gibi güçlü, mert olmasını,
İlyon'da bütün gücüyle hüküm sürmesini.
Kanlı silahlarla savaştan dönerken o,
Babasından çok daha üstün bu desinler,
Mutlu olsun anasının yüreği.
Hektor herkese karşı yumuşak davranır, bir kızdığı, azarladığı Paris'tir, kafasızlığıyla şehrin yıkımına sebep olan adam. Şöyle çıkışır ona (İl. III, 38 vd.):
Seni alçak, seni parlak oğlan,
seni çapkın,
Seni ırz düşmanı seni! Hiç doğmaz olaydın keşke,
Yada kalaydın ölümüne dek evlenmeden,
Ne baş belası kesilirdin o zaman,
Ne de yüz karası olurdun başkalarına.
Hektor Helene'ye karşı uygarca ve centilmence davranır. Öbür Troya'lılar gibi o da kadını ayıplamaz, suçlamaz, güzel kadın da onu herkesten çok sayar ve sever. Paris'i savaşa çağırmak için şehre geldiğinde Helene onu alıkoymak ister, onunla dertleşmeye can atar, ama Hektor güzel kadının uzattığı iskemleye oturmaz, bir an önce karısını ve çocuğunu bulmaya gider, çünkü girişeceği savaştan bir daha dönüp dönmeyeceğini bilmez (Il. VI, 344 vd.).
Ah kayınım benim,
Dayanılmaz kötülükler yapmış bir köpeğim ben.
Anamın beni doğurduğu gün, keşke, bir korkunç kasırga gelseydi,
Alsaydı beni, bir dağın tepesine atsaydı,
Yada bıraksaydı uğuldayan denizin içine...
Gel, kayıncığım, otur şu iskemleye,
Biliyorum, derdin en büyüğü senin başında...
Büyük Hektor karşılık verdi, dedi ki:
Oturtma beni, Helene, beni çok
sevsen de dinlemem seni,
Troya'lılara yardım etmek istiyor yüreğim.
Onlar benim yokluğumdan yakınmışlar...
Ben gidip göreceğim evdekileri,
Sevgili karımı göreceğim, yavrumu, bir tanemi,
Bir daha da ya dönerim, ya dönmem.
Akha'ların eliyle tanrılar belki de yok ederler beni.
Bu ölüm düşüncesi bir an olsun Hektor'un aklından çıkmaz. Troya'nın ışığı, halkının gözbebeği bu kahraman kaderiyle pençeleşir durur, ölümünün yakın olduğunu bilir. Tanrılara güvenmenin de ne kadar yersiz olduğunu sezer, nitekim onu yalnız Apollon korur, ama Zeus'un buyruğuyla o da kaderine bırakmak zorundadır Hektor'u, öbür tanrılarsa pis pis düzenlerle Hektor'u aldatmakta yarışırlar adeta. Ama bu konuyu Hektor' un kahramanlığını inceleyeceğimiz bölüme bırakalım.
2. KAHRAMAN HEKTOR. Ne kadar nankör bir görevi vardır Hektor'un Troya savaşında! Ordulara yön vermek, güven aşılamak, güç esinlemek hep ona düşer. Karar onun, sorumluluk ve yükümlülük hep onun omuzlarındadır, buna karşılık da durmadan eleştiriye uğrar, herkesi dinlemek, yatıştırmak, avutmak, savaş ortaklarını hoş tutmak, gücendirmemek onun tek başına görevidir. Oysa kendisi için savaşmaz Hektor, bir çapkın oğlanın soyunun ve kentinin başına getirdiği belayı savmak için dövüşür, bu belayı savamayacağını, bütün soyuyla birlikte canım kentinin de yok olacağını bile bile. Buna karşın gene de yiğitçe dövüşür Hektor. Yiğitliği Akhilleus'un bireyci, bencil, inatçı yiğitliğinden ne kadar üstün, ne kadar bilinçli ve insancadır!
Hektor'un kahramanlık dramı Sarpedon'un
ölümünden sonra başlar asıl. Patroklos Akhilleus'un silahlarını kuşanıp da ölüm
saçmaya başlayınca, Hektor başına gelecekleri anlar, savaşa atılsın mı,
atılmasın mı diye ikirciklidir, bir an arabasına binip kaçmaya bile koyulur. O
zaman da ortaklarının en ağır ve insafsız eleştirilerine uğrar. Lykia'hların
önderi Glaukos Patroklos ile Sarpedon arasındaki savaşta Hektor Sarpedon'un
öldürülmesini önleyemedi diye onu kınar, Troya'lıları küçük düşürür ve
ortaklarının artık bıkıp gitmeye hazır olduklarını bildirir (İl. XVII, 140 vd.).
Bu sözler üzerine Hektor savaşa döner, Patroklos'u öldürür, korkunç bir boğuşma
içinde onun ölüsünü kaçırmak, silahlarını soymak ve kendisi kuşandıktan sonra
Akhilleus'un karşısına çıkmak yürekliliğini gösterir. Oysa bu savaş başka türlü
bir savaştır. Akhilleus tanrı Hephaistos'un kendisine yaptığı yeni silahlarla
Orion yıldızı gibi alev alev ışınlar saçarak ilerlemektedir düşmanına karşı. Ve
Hektor'u biraz önce ağır yergilerle kınayan savaş ortakları, yardımcıları,
kardeşleri, Troya'lı savaşçıların hepsi çil yavrusu gibi dağılmış, hepsi
sığınmışlardır Troya surlarının içine (İl. XXII, 5 vd.):
Bir Hektor duruyordu olduğu
yerde,
Uğursuz bir kader mıhlamıştı onu
İlyon'un dışında Batı kapılarının önüne.
Surların üstünden ihtiyar Priamos, perişan Hekabe boşuna yalvarır dururlar bu kez Hektor'a ölüme meydan okumaması, kentini kurtarmak için canını kurtarması için. Ama ses çıkmaz artık Hektor'dan, kendi içinde yapmaktadır artık tartışmayı, hesaplaşmayı. Ve en azından iki bin yıl sonra doğacak olan roman türünün belli başlı bir öğesine örnek olacak monoloğuna şöyle başlar Hektor (İl.XXII, 99 vd.):
"Yazık bana, girersem surların
içine,
İlkin Pulydamas yağdırır ayıbı başıma,
Tanrısal Akhilleus'un baş kaldırdığı
O uğursuz gece buyurmuştu bana,
Troya'lıları şehrin içine al, demişti,
Dinlememiştim onu, dinleseydim keşke.
Çılgınlık ettim de ne oldu, yok ettim halkımı,
Troya'nın erkeklerinden, kadınlarından utanıyorum.
Benden değersiz biri bir gün ya derse ki:
Gücüne çok güvendi Hektor, kıydı halkına.
Çok daha iyi olur karşı durmak Akhilleus'a,
Ya öldürüp onu dönerim geri,
Ya da onun elinden şanla ölürüm şehrin önünde.
Yoksa göbekli kalkanımı, güçlü tolgamı bırakıp bir yana,
Kargımı da duvara dayayıp,
Dosdoğru çıksam mı kusursuz Akhilleus'un önüne,
Söz versem, desem ki geri vereceğiz Helene'yi de,
Tekmil mallarını da, vereceğiz,
Koca karınlı gemileriyle Aleksandros'un Troya'ya getirdiği her şeyi.
--Bunlar kavgamızın başı değil mi?--
Alın, diyeceğim, götürün bunları Atreus oğullarına.
Bir de desem mi paylaşalım hepsini bu şehirde nemiz var, nemiz yok.
Ant içireceğim, desem, Troya'lı ihtiyarlara,
Desem saklamayacaklar şehirde hiç bir şeyi,
İkiye bölecekler, desem, bütün malı mülkü.
Ama yüreğim ne diye oyalanır böyle şeylerle?
Ona karşı olduğum gibi gidersem,
Bakalım acıyacak mı bana, saygı gösterecek mi?
Silahsız gidersem böyle çırılçıplak, bir kadın gibi öldürebilir beni o.
Böyle enine boyuna düşünmek de ne.
En iyisi tez elden paylaşmak kozumuzu.
Bakalım Olympos'lu kime bağışlar ünü".
Hektor böyle düşünürken Akhilleus yaklaşır. Onu görünce bir titremedir alır Hektor'u, başlar koşmaya. İlyada'nın en ünlü sahnelerinden biri de açılır gözümüzün önüne: Hektor önde, Akhilleus arkada üç kez dolaşırlar Troya şehrini, binlerce korkulu göz önünde oluşan bir ölüm kalım yarışı. O sırada İda dağının tepesinde tanrılar dernek kurmuş, gözlerler ve tartışırlar olayı. Zeus altın terazisini kurar, bir kefesine Hektor'un, bir kefesine Akhilleus'un ölümünü koyar, kaldırır teraziyi, bakarız ki Hektor'un kurası ağır basıyor. Hektor ölecektir. Tanrılar işte o anda el çekerler Hektor'dan, yalnız Athena Hektor'un kardeşi Deiphobos'un kılığına girerek yiğide yanaşır, kendisini destekleyecekmiş gibi yapar. Hektor inanır, karşı durur düşmana, ama bir antlaşma yapılmasını ister ki kim öldürecekse, ölenin bedenini geri versin yakınlarına. Hakka, yasaya, insan saygısına güveni vardır Hektor'un son demine dek. Oysa nerede Akhilleus, yanaşmaz hiç bir antlaşmaya. Arslan gibi saldırır, Hektor Deiphobos'u çağırır, bakar ki yok, anlar aldatıldığını (İl. XXII, 303 vd.):
Kaderim beni kıskıvrak bağladı
işte.
Gene de kıyasıya dövüşmek düşer bana,
Bir yiğitlik göstereyim de öyle öleyim,
Duysun gelecekteki insanlar bile.
Can verirken bir daha yalvarır Hektor Akhilleus'a ölüsünü Troya'lılara geri versin diye. Ama Akhilleus'un ret cevabıyla karşılaşır.
Hektor'un son sözü de şudur:
"Senin ne olduğun yüzünden
belli,
Demirden bir yüreğin var göğsünde.
Ama uyanık ol, uğramayasın tanrı lanetine,
Yiğit de olsan, Paris'le Apollon bir gün seni,
Öldürecekler Batı kapılarının önünde".
Söyler söylemez Hektor bu sözleri,
Her şeye son veren ölüm kapladı bedenini.
Uçtu canı gövdesinden, yollandı Hades'e,
Gücünden, gençliğinden koptu,
Kaderine ağlaya ağlaya.
Akhilleus'un Hektor'un ölüsüne ve seyirci
kalan bahtsız Troya şehrine yaptığı işkence dillere destan olmuştur:
Hektor'u arabasına bağlar, yedi kez dolaştırır Troya şehrinin çevresinde, toz
toprak içinde. Bu korkunç manzaraya tanrılar bile dayanamaz, Apollon, Aphrodite
yağlar sürerler bedenine, gece gündüz bekçilik ederler ölüsüne, sonun da
Priamos'u elinden tutarak götürürler Akhilleus'a, azgın yiğit de geri verir
ölüyü babasına.
Hektor'a yakılan ağıtlar ve Hektor'un cenaze töreniyle kapanır İlyada. Dinleyin bakın, Boğazlara karşı yükselen Anadolu kalesine nasıl gömmüşler Anadolu'nun bu ilk özgürlük kahramanını (Il. XXIV, 784 vd.):
Dokuz gün odun taşıdılar yığın
yığın.
Ölümlülere parlak şafak sökünce onuncu günü,
Göz yaşı içinde götürdüler Hektor'un ölüsünü,
Koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe.
Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca,
Ünlü Hektor'un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk.
Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu,
Parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını,
Söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi,
Sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri,
Hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu.
Kemikleri alıp kodular bir altın kutuya,
Erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu.
Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura,
Ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü.
Sonra bir mezar tümseği yapmaya başladılar,
Gözcüler diktiler çepeçevre, dört bir yana,
Mezar bitmeden Akha'lar saldırmasın diye.
Bir mezar tümseği olunca toprak kabara kabara,
Gerisingeri döndü hepsi şehre,
Toplanıp bir güzel kutladılar çok ünlü şöleni
Zeus oğlu kral Priamos'un sarayında.
İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor'un cenaze töreni.